GeNeL HeRsEy
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
GeNeL HeRsEy

Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu!..
 
AnasayfaPORTALLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Öykü Yazma Kılavuzu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
emre
Admin
Admin
emre


Mesaj Sayısı : 21
Kayıt tarihi : 15/04/10
Yaş : 29
Nerden : Konya

Öykü Yazma Kılavuzu Empty
MesajKonu: Öykü Yazma Kılavuzu   Öykü Yazma Kılavuzu I_icon_minitimeC.tesi 17 Nis. 2010, 02:13

Öykü Yazma Kılavuzu

Öykü (Hikâye)
İnsanlar, yazı yaygınlaşmadan önce, belki de akılda kolay kalsın diye, fabl ve fıkra
(gülmece) gibi kısa öykülerle olaylı küçük anlatı geleneğini geliştirmişlerdir. Sonra
bunlarda yer, zaman, ve kişiler betimlenerek genişletilir. Olayda ayrıntıya gidilir.
Böylece yavaş yavaş öykü türü ortaya çıkar. Öykü, yaşanmış ya da yaşanabilecek
olayları anlatan ilgi çekici yazılardır. Okuyucuya yaşamdan bir sanal kesit sunar.
Çoğu hayal ürünü olduğu halde, anlatılanlar gerçekmiş gibi okuyucuyu etkiler.
Okuyucu öyküleri severek okur, çünkü anlatılanlarda kendinden ya da çevresinden
bir şeyler bulur.
Öykünün Ögeleri nelerdir?
Öykünün ögeleri kişiler, olay, yer ve zamandır.
• Kişiler: Öykünün konusu olan olay, bir kişinin başından geçer. Bu kişiye öykünün
kahramanı denir. Öyküde kişi sayısı sınırlı olmakla birlikte her öyküde
ikinci derecede önemli kişiler de vardır. Kimi öykülerin kahramanı hayvan da
olabilir. Bunlarda ikinci dereceden kişiler içinde hem insan hem de hayvan bulunabilir.
Öykü yazarı, kahramanını ve diğer kişileri hayatın içinden seçmeli,
olayları ve sorunları gerçeğe uygun ele almalıdır. Yazar, Okuyucu ile bağını öykünün
sonuna kadar koparmamak zorundadır.
Öykülerde kişiler; bize betimlemeyle tanıtılır. Bu tanıtım, bütün yönleriyle
değil, yalnızca kişilerin öyküye konu olan yönlerinin tanıtımıdır. Derinlemesine
duygu çözümlemelerine yer verilmez. Öyküyü romandan ayıran en önemli
özellik de budur.
• Olay ya da Durum: Olay ya da durum öykünün konusudur. İnsan başına
gelebilecek her türlü olay, insanın karşılaşabileceği her durum öykünün konusu
olabilir. Eskiden olağan olaylar öyküye konu olamazdı. Öykü "insan
başından geçmiş ya da geçebilecek olağanüstü bir olayın anlatımı" diye tanımlanırdı.
Öyküde konu genellikle bir olaylıdır, bu nedenle de öykü yazmak kolay bir
beceri değildir. Olay, öykü kahramanının eyleme dönüşmüş beğenme, istek,
özlem, tutku, öfke, korku... gibi duygularından doğar, yine onlarla desteklenerek
gelişir, sonuca ulaşır.

Öyküde olay plânı üç bölümdür: serim, düğüm, çözüm.
Serim: Öyküdeki olaya giriş paragrafı ya da paragraflarıdır.
Düğüm: Öykünün gelişme paragraflarıdır. Betimlemeler, duygular, duygu
çatışmaları, çözümlemeler, ana olay, ona bağlı yan olaylar ile karşılıklı
konuşmaların bulunduğu paragraflar hep bu bölümdedir. Olayların düğümlendiği
yerlerde düğüm paragrafları vardır. Okuyucunun merakı bu
paragraflarda doruğa ulaşmalıdır.
Çözüm: Öykünün büyüklüğüne göre birkaç paragraflık bölümdür.
• Yer: Öyküde yer, zaman kadar öyküden ayrılmaz bir parçadır. Olayın geçtiği
yer olayla birlikte değişebilir. Yerin zaman içindeki durumunun anlatılması
betimlemeyi gerekli kılar. Okuyucunun sıkılmaması için betimlemeyi uzun
tutmamak gerekir.
• Zaman: Gerçekte de her olay; zaman denilen sonsuz bir akış içine sonradan
insanların yerleştirdiği, sistemli zaman dilimlerinde geçer. Öyküde yazar olay
zamanını da düşleyerek kurar. Öyküde zamanın okuyucuya veriliş biçimi
yazarın isteğine bağlıdır. Kimi zaman kronolojik zaman denilen olay ya da durumun
başladığı, geliştiği, sonuçlandığı zamana bağlı kalır. Kimi zaman da
okuyucu, daha ilk cümleden, kendini olayın en çözülmez düğümlü bölümü
içinde buluverir. Kimi zaman ise yazar olayı sonuçtan başlatarak başa doğru bir
sıra ile anlatır. Yazarın zamanı düzensiz kullandığı, kimi yerinde geçmişe dönen,
kimi yerinde şimdiyi anlatan öyküler de vardır.
Öyküde, başta öyküleyici ve betimleyici anlatımlar olmak üzere, açıklayıcı
ve tartışmalı anlatım yollarının hemen hepsinden yararlanılır. Anlatıcı olarak
da öyküdeki kişiler kullanıldığı için, öyküler içinde karşılıklı konuşmaların bulunduğu,
kolay okunabilir yazılardır.
Öykü yazımında diğer yazı türleri de kullanılmaktadır. Söz gelimi bir öykü
günlük, anı, mektup gibi yazı türlerinden biriyle yazılabileceği gibi, birkaçının
karması biçiminde de yazılabilir.
Öykü türünün belirleyici özellikleri nelerdir?
• Olay plânlı yazılardır.
• Anlatılan olaylar, bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattılan,
daha önce anlatılanla çelişmemelidir.
• Anlatım, yapmacıklıktan uzak olmalı, yalın bir dil kullanılmalıdır.
• Anlatımı kendine özgü olmalı, taklit edilmiş ya da taklit edilebilir olmamalı.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Roman bölümünü de okuyarak, öykünün roman ile benzeşen yönlerini maddeler
halinde yazınız!
Aşağıdaki öyküyü okuyalım:
Arabalar Beş Kuruşa
Akşam caddelerin kalabalık zamanında köşe başına bir kadınla bir çocuk gelirdi. Siyah bir
çarşafa bürünen kadın elleriyle çarşafını yüzüne kapatır, yalnız iki siyah göz, sokağın yarı
aydınlığında, parıltısız, önüne bakardı. Çocuk yanında ayakta dururken o çömelir, küçük bir
çuvaldan bir takım oyuncaklar çıkarırdı. Bunlar bir değneğin ucuna takılmış bir çift tahta tekerlekti.
Tekerleklerin üzerinde, iki yuvarlak tahtanın arasına çivilenmiş dört çubuktan ibaret
kameriye gibi bir şey duruyor ve tekerlekler yerde yürütülünce bu kameriye fırıl fırıl dönüyordu.
Oyuncaklar kadının önünde dizilince çocuk bir tanesini eline alıyor, kaldırımda ileri, geri götürerek
incecik sesiyle bağırmaya başlıyordu:
"Arabalar beş kuruşa... Beş kuruşa... Arabalar beş kuruşa!..."
Ve sokaklar tenhalaşıncaya kadar, belki üç dört saat burada duruyorlardı. Çocuk sekiz yaşında
vardı, fakat ilk görüşte altı yaşından fazla denilemezdi. Zayıf ve minimini idi. Sonra, hiç
durmadan bağıran sesi küçük bir kızın sesi gibi ince ve titrekti. "Beş kuruşa" derken "ş"lere
basıyor ve dudaklarının arasından onları ezerek çıkarıyordu.
Kendisi de annesi gibi hep önüne bakar ve başını kaldırmazdı.
Bulundukları köşenin biraz ötesinde parlak vitrinli bir tuhafiye mağazası vardı: Büyük kristallerin
arkasında türlü göz alıcı renklerde boyunbağlar, şık tokalı kemerler, yün kazaklar, eldivenler
ve daha birçok insanlara lazım olan ve olmayan şeyler, geçenlerin yüzüne gülüyordu.
Ana oğul bunların önünden geçerken, geçtikten sonra köşelerine yerleşirken, başlarını hiç
çevirmemeye gayret ederlerdi. Eğer sokağın çamurlu kaldırımlarına akseden ve orayı yer yer
parlatan ışıklar da olmasa, belki böyle bir mağazanın bulunduğunu bile fark etmeyeceklerdi.
Halbuki gelip geçenlerin çoğu, bilhassa çocuklar bu parlak camekanların önünde durup, orada
bir köşeye, ustaca bir karmakarışıklık içinde yığılmış oyuncaklara gözlerini dikiyorlar;
sonra, mahzun bir tavırla yollarına koyulunca karşılarına çıkıveren tahta tekerlekli arabalara
dudaklarını kıvırarak ve adeta hayallerinde vitrinden kalan güzel şekilleri bozuyormuş gibi
canları sıkılarak bakıyorlardı. Fakat küçük satıcı onların bu isteksizliklerini fark etmez, önüne
bakarak kısa aralıklarla bağırırdı:
"Beş kuruşa, arabalar beş kuruşa.."
Büyücek bir otomobil, mağazanın önünde durdu; içinden süslü ve şişmanca bir kadınla sekiz
dokuz yaşlarında, beyaz bereli ve tozluklu, yumuşak , lâcivert paltolu bir çocuk indi. Beraberce
mağazaya girdiler.
Biraz sonra çocuk iç vitrinleri seyrede ede dışarı çıktı, sokağa indi ve oyuncakların olduğu köşeye
bakmaya başladı. Tam bu sırada küçük satıcının sesi işitildi:
"Arabalar beş kuruşa!..."
Başını çevirip baktı. Sonra koşarak o tarafa gitti, siyah çarşaflı kadının yanındaki çocuğun
elini tutarak,
"Aaa!- dedi-, sen burada araba mı satıyorsun?"
Satıcı başını kaldırıp baktı. Hemen yüzü güldü, o da "Aaa-dedi ve ilave etti: Annem yalnız
gelemiyor, sonra bağıramıyor da... Onun için ben de geliyorum!..."
Beyaz tozluklu çocuk, yün eldivenli ellerini paltosunun cebine sokarak küçük bir kesekağıdı
çıkardı, içinden bir badem ezmesi alıp ağzına attı, bir tane de arkadaşına verdi. Ağzını şişirerek
sordu:
"Derslere ne zaman çalışıyorsun?"
"Mektepten çıkınca... İki saat çalışıyorum, dersleri yapıyorum. Ondan sonra buraya geliyoruz.
Hem gece zaten çalışamam ki. Gaz masrafı çok oluyor."
"Bizim öğretmeni gördün mü? Şimdi buradan geçti!.."
"O benim araba sattığımı biliyor!"
Ve ileride birkaç çocukla bir kadının geldiğini görünce sözünü keserek bağırdı:
"Arabalar beş kuruşa!..."
İkisi de elele tutuşmuşlardı. Çarşaflı kadın hazin gözlerle bunları süzüyordu. Beyaz tozluklu
çocuk hesap vazifesini yapıp yapmadığını sordu:
"Ben demin evde uğraştım, yapamadım, gece beybabama soracağım!" dedi. Öteki,
"Nesini soracaksın, çok kolay..." dedi ve anlattı.
Adamakıllı lakırdıya dalmışlardı. Hatta küçük satıcı artık "Arabalar beş kuruşa!" diye bağırmayı
bile unutmuştu.
Öteki arkadaşının kolunu sarstı ve "Hişt!-dedi-, benim yanımdaki çocuğun ağzı kokuyor,
ben söyleyeceğim de senin yanında oturacağım... Hem daha iyi çalışırız!..."
"Benim yanındaki kalkmaz ki; hem ben söyleyemem mahalle komşumuzdur. O da bizim gibi
fıkaradır..."
Sözüne devam etmedi. "Onu kaldırdı da yerine zengin çocuğu oturttu derler." diyecekti,
vazgeçti.

Başka şeylerden bahsetmeye başladılar.
Fakat tam bu sırada beyaz bereli, yumuşak , lâcivert paltolu, beyaz tozluklu çocuğun annesi
mağazadan çıktı, iki tarafına bakındı. Ellerinde paketler vardı. Şoför koşarak onları aldı ve
kendi yanına yerleştirdi. Kadın köşeye doğru bakınca çocuğunu gördü ve aldığı şeylerin keyfi
ile gülümseyen yüzü birdenbire sertleşti. Hızlı adımlarla o tarafa yürüdü. Çocuk, annesinin
böyle hiddetle kendisine doğru geldiğini görünce hemen susmuş, şaşkın, fakat gülümseyen
bir bakışla gözlerini ona dikmişti. Bir an hepsi birden kımıldamadan durdular.
Küçük satıcının annesi başını kaldırmış, yuvarlanır gibi gelen kürk mantolu ve yılan derisi
iskarpinli kadına bakıyordu.
Kadın yaklaşınca, hala şaşkın şaşkın gülümseyen oğlunu bileğinden yakaladı:
"Bu ne hal? -diye bağırdı-Kimlerle konuşuyorsun?"
Ve öteki elindeki şemsiyeyi, elini hala unutarak arkadaşının avucunda bırakan küçük satıcının
omuzuna vurdu. Sonra Haykırdı:
"Pis, baksana, senin konuşabileceğin insan mı bu?"
Çocukların kolları birbirinden ayrılıp aşağı sallanıverdi. Siyah çarşaflı kadın duvarın dibine
büzülmüştü ve küçük satıcının gözleri kolunun acısından yaşla dolmuştu.
Arkadaşının gözündeki yaşları gören çocuk, henüz birçok şeyleri öğrenmediği için, ruhundan
fışkıran bir isyanla,
"Anneciğim-dedi-, o benim mektep arkadaşım!"
Kadın, yüzü kıpkırmızı kesilerek, oğlunun sözünü kesti:
"Ben yarın mektebinize de telefon edeceğim. Seni kendi seviyende olmayanlarla temas ettirmeyi
gösteririm!...
Oğlunun kolundan çekti. Geride kalan küçük satıcı ile anasına, yerin dibine geçirmek ister
gibi tahkir edici ve ezici bakışlar atarak yürümeye başladı. Oğlu hala dönüp geri bakıyor ve
yaşlı gözlerini başka taraflara çeviren arkadaşını görünce kendinin de gözleri yaşarıyordu.
Küçük satıcı, o titrek ve ince sesiyle bağırıyordu:
"Beş kuruşa... Arabalar beş kuruşa!..."


Alıntıdır

Umarım İse yarar Like a Star @ heaven Like a Star @ heaven Like a Star @ heaven
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Öykü Yazma Kılavuzu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Öykü Yazma klavuzu
» Öykü yazma klavuzu
» Öykü Yazma klavuzu

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
GeNeL HeRsEy :: Öykü Atölyesi :: Macera Öyküleri-
Buraya geçin: